Erdoğan’ın Rojava seferi

02.09.2016, Lesezeit 8 Min.
1

24 Ağustos günü Türk ordusu Türkiye-Suriye sınırında yer alan Cerablus’a harekat düzenledi. Bu harekat sadece kağıt üzerinde İŞİD ile mücadele anlamına geliyor. Özünde Kürt halkının öz kontrolünde olan Rojava’ya karşı bir saldırı söz konusudur.

İŞİD’in kontrolü altında olan bir yeri kurtarmak genelde kanlı çatışmalar sonucunda mümkün olabiliyor. İŞİD komutanları sadece kendi milislerini ölüme göndermek ile yetinmeyip, 75 bin nüfusu olan Menbic’de olduğu gibi, terk etmek durumda kaldığı bölgeleri de patlatıyor. Menbic kasabası üç aylık bir kuşatmanın ardından Halk Savunma Birlikleri YPG’nin de dahil olduğu Suriye Demokratik Güçleri tarafından başlatılan taarruzun ardından kurtarılabildi. Bölge insanı bunu sevinçle karşıladı. Kadınlar kara çarşaflarını yakıp, sokaklarda doyasıya sigara içtiler. Türk ordusunun çıkarma yaptığı Cerablus’da ise başka görüntüler ortaya çıkıyor. Türk tankları İŞİD’in harekattan önce Cerablus’dan ayrılmasından dolayı genellikle boş sokaklarda ilerliyorlar. 2013 yılına kadar bu kasabanın İŞİD’in kontrolü altında olmasına aldırış etmeyen Türk devleti, YPG’nin Menbic’i kurtarıp, ilerlemesinden dolayı müdahale etme kararı aldı.

Türkiye’nin müdahalesinin hedefleri

Menbic’in YPG ve SDG tarafından kurtarılmasının ardından Ankara Kürt topraklarının birleşme ihtimali üzerinden kaygılarını dile getirdi. Bu sebeple Türk devleti YPG ve SDG’ye Fırat’ın doğusuna geri çekilme çağrısında bulundu. Bu çağrıyı kabul ettirme amacıyla Fırat Kalkanı Operasyonu adında askeri bir müdahale başlatıldı. Bu taarruz şimdilik 450 Türk askeri ile beraber çoğunluğunu selefilerin oluşturduğu bin 500 civarında Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) milislerinin katılımıyla gerçekleşti.

Türk güçlerinin havadan ve karadan saldırı sırasında onlarca sivili öldürdüğü haberleri geliyor. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi en az 40 sivilin ölümünden bahsederken, Kürt temsilciler bu rakamın 75 olduğunu iddia ediyorlar. YPG’nin kendi yaptığı açıklamaya göre, Kürt güçleri Menbic’ten çekilerek kontrolü SDG’ye bıraktılar. Bu söyleme ve İŞİD’in güneyden Menbic’e tehlike arz etmesine aldırış etmeyen Türkiye kuzeyden kasabaya saldırıyor.

Erdoğan, kendisine karşı yürütülen ve başarısızlıkla sonuçlanan askeri darbe girişiminin ardından iç politikada olağanüstü hal ve tasfiye dalgasıyla iktidarını sağlamlaştırmaya çalışıyor. Dış politikada ise Kuzey Suriye’ye gerçekleştirdiği askeri operasyonla izolasyonu atlatıp, aktif bir role bürünme çabasında. NATO taraftarı ve Suriye’ye askeri müdahaleye karşı çıkan generaller, subaylar ve erler bu tasfiye dalgasında tutuklandılar.

Suriye’deki iç savaşın başlangıcında Erdoğan’ın büyük hedefleri bulunuyordu. Esad’ın devrilmesi ile beraber Türkiye bölgeye olan etkisini arttıracak ve böylelikle önemli bir bölgesel güç olarak ortaya çıkacaktı. Bu sebeple Erdoğan ÖSO gibi selefçi milislere açıktan desteğini sundu. Lakin bu siyaset iflas etti. Esad, Rusya’nın da desteğiyle her ne kadar ülke parçalanmış olsa da, şu ana kadar devrilmiş değil ve Suriye’deki kaos bumerang gibi Türkiye’ye yayılıyor. Erdoğan bu çıkmazdan kurtulmak için radikal bir dış politika değişimine gitti. Rusya ile ilişkileri normalleştirerek hasarları en aza indirmeyi amaçlıyor. Zira Rojava’nın kantonlarının birleştirilmesi onun için felaket anlamına geliyor.

Milli Savunma Bakanı Fikri Işık yaptığı açıklamada operasyonun asıl hedefini açıkça belirtti: „Özellikle PYD’nin doğu ve batı kantonlarını birleştirme hayalinde Cerablus önemli bir nokta. Böyle bir hayalin gerçekleşmemesi Türkiye’nin en önemli politik, stratejik önceliğidir. Bunun da engellenmesi noktasında Cerablus bizim açımızdan önemli.“

Bu gelişim YPG’nin siyasi kolu olan PYD’nin uluslararası düzeyde müzakerelerde elinin güçlenmesine ve hatta Kuzey Kürdistan’ın özerklik çabalarının ilerlemesine hizmet edebilirdi. Ayrıca birleşik Rojava Türk devletinin Suriye’ye müdahale imkanlarının kısıtlanması anlamına geliyor.

Dışarıya karşı olan agresif tutum aynı zamanda iç siyasette de gözükmekte: Başbakan Binalı Yıldırım PKK’ye karşı topyekün savaş açtıklarını belirtti.

Resmi düzeyde yapılan açıklamalara göre Rusya ve Esad rejimi Erdoğan’ın taarruzundan hoşnut değiller. Suriye Dış İşleri Bakanlığı yaptığı açıklamada, Türkiye’yi Suriye devletinin bağımsızlığına ve bütünlüğüne dikkat etmesi yönünde çağrıda bulundu. Lakin Esad ve onun en önemli müttefiği konumundaki Putin Türkiye’nin taarruzunu ABD ile işbirliği içerisinde bulunan YGP’yi frenleme fırsatı olarak da görüyorlar. Bundan kısa bir süre önce Haseke’ye Suriye rejiminin güçleri ile YPG arasında çatışmalar meydana gelmişti.

Emperyalizmin ikiyüzlülüğü ve Kürt hareketi için dersler

Alman devleti operasyonun başlangıcında desteğini deklare etti. Dış işleri sözcüsü Martin Schäfer yaptığı açıklamada Ankara’nın İŞİD’e karşı kurulan uluslarası koalisyonun hedefleri ve çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini ve Türkiye’nin bölgedeki Kürt gruplarından doğan kaygılarının meşru olduğundan bahsetti. Alman devletinin Türk devleti ile sıkı bir askeri işbirliği söz konusu. Türk ordusunun himayesinde 750’den fazla Alman tankı bulunuyor. Ayrıca İŞİD’e karşı kurulan koalisyonun bir parçası olan Alman ordusu, İncirlik askeri üssünde de konumlanmış durumda.

Operasyon başlangıcında ABD Dış İşleri Bakanı Joe Biden Ankara’da bulunuyordu. Operasyona destek veren ABD, önceliğin İŞİD ile mücadele olduğunu belirterek YPG ile Türk ordusunun çatışmasını ise anlayışla karşılamayacaklarını bildirdi. Bu söylem ABD emperyalizminin ikiyüzlülüğünü apaçık gözler önüne seriyor: ABD YPG’yi salt İŞİD’e karşı mücadelede kullanmak üzere sınırlandırmayı amaçlıyor. Böylelikle kendi kontrolünün dışına çıkan bir gücün oluşmasını engellemek istiyor. Zira her ne kadar PYD askeri işbirliğinden öte ABD ile siyasi işbirliği arzusunu taşısa da, Washington Orta Doğu’daki en önemli müttefiklerinden birisi olan Türkiye’nin meramına kayıtsız kalamaz. Bu sebeple ABD YPG’ye Fırat’ın doğusuna geri çekilmesi çağrısında bulundu. Ayrıca ABD Rojava’nın kantonlarını birleştirerek federasyonlaşmasını desteklemiyor.

Bu açıdan daha önceki yazılarımızda öne sürdüğümüz emperyalistler ile olan işbirliğinin taktiksel araç olarak Rojava’nın kurtuluşuna hizmet etmeyeceği, bilakis bir engel teşkil ettiği tezimiz onaylanmış bulunuyor. Rojava emperyalizme yaslandığı takdirde öz yönetim yapıları parçalanacak ve ulusal baskı devam edecektir. Irak Kürdistan’ındaki otoriter Barzani hükümetinin pratiği pro-emperyalist çizginin demokratik kazanımları nasıl yok ettiğini açıkça kanıtlıyor. Kürt direnişi mücadele edebilmek için halen silaha ihtiyaç duyuyor. Lakin kurtuluş için öncelikle bir programa ihtiyacı var. Bu program emperyalizmi ve onun müttefiklerini bölgeden atmayı, Rojava’da hali hazırdaki ilerici unsurları işçi sınıfının ve köylülerin kontrolü altına vermeyi ve üretim araçlarının özel mülkiyetini devletleştirmeyi içermeli. Sadece böylesine bir program Suriye, Türkiye ve genel olarak Orta Doğu’daki kitlelerin kendi rejimlerine ve emperyalizme karşı ayaklanmasını sağlayabilir.

Bu dönemde Olağanüstü Hal’in kaldırılması, demokratik hakların savunulması ve Erdoğan’ın Suriye’deki savaş kışkırtıcılığına son vermek amacıyla Kürt hareketinin sendikalar ve sol güçler ile birlikte kitlesel seferberlikler örgütlemesi gerekmektedir.

Mehr zum Thema