Türkiye’deki siyasi krizin yeni aşaması

21.09.2015, Lesezeit 15 Min.
1

// Almanca-Deutsch //

// Erken seçim ilan edilmesine rağmen Türkiye’deki militarist hava hiçbir şekilde normale dönmedi. Bilakis başta Kuzey Kürdistan bölgesi olmak üzere, ülkenin genelinde derin bir siyasi kriz yaşanıyor. //

Türk ordusu ve PKK arasındaki çatışma Kürt’lere yapılan ırkçı saldırılarla tüm ülkeye yayıldı. Olayların fitilini ise PKK’nin Dağlıca’da bir askeri konvoya yaptığı saldırı ateşledi. TSK saldırıda 16 askerin öldüğünü belirtirken, PKK 31 askerin öldüğünü söylüyor. Bu çatışma 2013 yılındaki ateşkesten beri meydana gelen çatışmalardan en büyüğü. Erdoğan’ın aynı gün yaptığı açıklamalar ise durumun esas arka planını gözler önüne seriyor : „Eğer 400 milletvekilini alabilecek veya bir anayasayı inşa edebilecek sayıyı bir siyasi parti yakalamış olsaydı durum bugün çok daha farklı olurdu. “
Ülkenin batısında Kürt halkına ve HDP bürolarına yapılan saldırılar ile ırkçılık hüküm sürmekte. Kürdistan bölgesinde ise sokağa çıkma yasakları ve katliamlarla olağanüstü hal mevcut.

Saldırılar Erdoğan’ın derinleşen bonapartlaşmasına hizmet ediyor

AKP sıralarından gelen sesler bu militarist politikanın içyüzünü ortaya koyuyor: Bir korku atmosferi yaratarak AKP yeniden tek başına iktidar olmaya çalışıyor. Ahmet Davutoğlu’nun AKP kongresinde bu amaçla yaptığı açıklama muhalefet partilerinden de tepki görmekte : “Oylarımız yükseliyor. Tek başımıza iktidar olmak için elimizden geleni yapıyoruz.”

AKP Gençlik Kolları Başkanı Abdurrahim Boynukalın Hürriyet gazetesi binasına yapılan saldırıda AKP güruhunun en önünde yer alıyordu. Konuşmasında tüm muhalefeti terörist ilan etti ve ekledi : “Her şeyi Cumhurbaşkanı, başkan olamadığından dolayı yapıyor diyorlar. Biz de şunu söylüyoruz. 1 Kasım’daki seçimden sonra ne çıkarsa çıksın, seni başkan yaptıracağız, seni başkan yaptıracağız, seni başkan yaptıracağız.”

AKP yanlısı medyanın kışkırtma propagandası öyle yerlere varıyor ki, eleştiren gazeteciler sırf işleri için değil, aynı zamanda hayatları için de endişelenmek zorunda kalıyorlar.

Erdoğan kartlarını açık oynuyor : Her ne kadar dış politika modelinin çökmesinden dolayı emperyalist saflardan gelen eleştirilerin sayısı ve dozu artsa da, AKP’nin zayıflaması TÜSİAD’ın ilgisini çekse de, yıllık büyüme oranı sürekli ve belirgin bir biçimde düşse de, partisi 13 yıllık iktidarı kaybetse de ve son tahlilde en büyük projesi olan “Çözüm Süreci” çökmesine rağmen, mutlak iktidar talebinden kendi isteğiyle vazgeçmeyecek. Bu çöküş durumunda özellikle HDP’nin güçlü olduğu şehirlerde saldırganlığı körüklüyor. Erdoğan’nın başkanlık hayalleri devam ediyor, bunun dışında ise de-facto rolüne devam edebileceği AKP’nin tek partili hükümetini kabul edebilir: “İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesi, kesinleştirilmesidir”

Erdoğan HDP’ye kaptırdığı seçmen kitlesini yıldırma politikasıyla geri kazanmak istiyor. Bir diğer taraftan da Kürt illerindeki olağanüstü hali muhafaza edip, 1 kasımdaki seçim sırasında her türlü seçim hilesini yapmayı planlıyor. İktidarı kendi kontrolünde tutmak için her türlü kozu oynamaya hazır. Türkiye’nin batısındaki saldırılar Erdoğan’nın kendi paramiliter gruplarını kurmayı başardığının bir göstergesi. Bu grupların faşist saldırılarının bir merkezden organize edildiği apaçık ortada: Recep Tayyip Erdoğan.

HDP’nin çıkmazı: Etkinsizliğin programı

HDP’nin ülkenin militarize edilmesine bir cevabı yok. Erdoğan’ın savaşını zayıflatma ilüzyonuyla, çatışmasızlığın bitmesine rağmen seçim hükümetine dahil oldu. Bunun pek işe yaradığı söylenemez. Tam tersine savaş daha da şiddetlendi. Bu da yine parlamentarizmin bonapartlaşmayı hiç bir şekilde zayıflatamayacağına dair bir kanıttır. HDP’nin stratejik olarak Türk devletini parlemento çerçevesinde demokratikleşme yönelimi yıkıntıya uğramıştır.

Cizre kuşatmasıyla ve Kuzey Kürdistan’ın askeri işgaliyle “Çözüm Süreci” iflas etmiştir. Bir önceki “Türk rejimi nereye gidiyor?“ yazımızda buna değinmiştik: „(…)Lakin Türk egemen sınıfı için ”barış sürecinin” tek bir anlamı vardı: Kürt hareketinin tamamen tasfiyesi ve Kuzey Kürdistan’ın politik ve ekonomik tedbirlerle iç sömürge olarak muhafaza edilmesi. Dış politikada bu süreç Türk sermayesinin Kürdistan Bölgesel Yönetimine yayılması ve Avrupa Birliği’ne yakınlaşması açısından bölgesel güç olma çabaları için en uygun model teşkil ediyordu.
Türk hükümetinin barış retoriği bu sebeple sadece manevra anlamına geliyordu. Erdoğan ve AKP planları için en ufak bir tehlike sezdikleri anda, militarist bir retoriğe kayıyordu.(…)“

Erdoğan “Çözüm Süreci” ile Kürt hareketini tasfiye etme denemesi suya düştüğü için savaş kartını oynuyor. Kürt Hareketi yerine Erdoğan tasfiye olma tehlikesi altında. Türk burjuvazisinin amacı çözüm süreciyle silahlı Kürt hareketini bitirmekti. Ama HDP seçimde güçlendiği ve Kuzey Kürt bölgesinde AKP’yi zayıflattığı için Erdoğan kendisinin yok edileceği tehlikesini gördü. Bu yüzden kendisinin çöküş döneminde çözüm sürecini yarıda bıraktı.

Faşist saldırılara rağmen HDP pasif burjuva politikasından vazgeçmiyor. Sendikaları Erdoğan’ın savaşına karşı genel greve götürtme çağrısını ve çalışmasını yapmak yerine, müzakere çağrısı yapıyor. Kime seslendiği ise belirsiz. Bir taraftan Erdoğan’a katil derken, diğer yandan ise bu katil tarafından başlatılan çözüm sürecine dönülmesi çağrısını yapıyor.

Kürt hareketinin içinde de yeni çelişkiler ortaya çıkıyor. Kitle partisi konseptini ilerletirken ve tarihsel olarak genellikle Türk devletinin yanında saf tutan Kürt burjuvazisinin bazı kesimlerine ve Türk liberallerine erişirken, HDP yavaş yavaş PKK’den siyasi olarak uzaklaşıyor. Ülkedeki siyasi kriz hakimken, bu çizgi karşı karşıya gelen iki farklı eğilim yaratıyor. Son zamanlarda PKK’nin yönetici kadrosu HDP’nin uzlaşmacı ve pasif politikasına sert eleştirilerde bulundu: PKK yöneticisi Duran Kalkan’ın yaptığı açıklama buna bir örnektir:“Bugüne kadarki hukuki ve sosyal kazanımlar PKK’nin mücadelesiyle elde edildi. Siyasi müzakereler ile değil. HDP siyasette yeterince yaratıcı ve başarılı olamadı. Başkalarına çağrı yapıyorlar, ama kendileri neyi başardılar da çağrı yapıyorlar!”

Her ne kadar kuruluşunda etkin olsa da, PKK HDP’yi daha fazla kontrol altında tutamıyor. Şuan da sokaklarda olanlar ise kitlelerden ziyade ulusal hareketin sempatizan militanları. PKK kurucu meclis, özyönetim ve kitle eylemleri çağrısında bulunurken HDP seçim politikasıyla yetiniyor. Ülkenin batısında da aktif bir kitle hareketi mevcut değil.

Diğer taraftan ise PKK kafa karıştırmaya devam ediyor. PKK’nin mücadele taktiğindeki çelişkiler Zik-Zak siyasetinde gözüküyor. Kuzey Kürdistan’ın bazı şehirlerinde özyönetim çağrısı yaparken, Amerikan emperyalizmine çözüm sürecinde aracı olması için sesleniyor. PKK’nin 2 numarası Cemil Bayık Alman Die Welt gazetesine verdiği röportajda şunları söylemişti: „Artık tek taraflı silahların susması olmayacak. Türk devleti de artık resmi olarak silah bıraktığını açıklamalı. Bağımsız bir heyet tarafların buna uyup uymadığını kontrol etmeli. Bununla birlikte müzakereler eşit ve özgür koşullarda başlatılmalı ve önder Apo müzakerenin başı olarak tanınmalı. Ve üçüncü bir ülkenin de arabulucu olarak yer alması gerekiyor. Amerika daha önceki örneklerde olduğu gibi arabuluculuk görevini üstlenebilir. Ancak bu şekilde Türkiye’nin bir anda her şeyi inkar etmeyeceğinden emin olabiliriz.“

Radikal sol, fiili eylem yasakları sebebiyle son haftalarda çok bastırılmış vaziyette. Yasal bir yasağın olmamasına rağmen, faşistlerin polislerle yaptığı işbirliği dolayısıyla genel eylem yasağı atmosferi bulunuyor. Sendikalar uzun uykularındalar. İktidarın tüm araçlarıyla donatılmış Erdoğan açık bir savaş yürütürken, yazılı metin düzeyinde bile radikalleşmeye dair bir eğilim yok. Bonapartlaşma katliamlardan ve olağanüstü hallerden besleniyor.

Faşist saldırılar Avrupa’ya da yayıldı. Avrupa çapında Kürt halkıyla dayanışma ve Erdoğan’ın savaş politikasını protesto etmek için toplanan Kürt ve sol aktivistlere Türk faşistler vahşi saldırılarda bulundu. 12 Eylül’de Hannover’de Rojavalı bir Kürt aktivist çıkan tartışmada bıçaklandı. Bern’de bir Türk milliyetçisi arabasını göstericilerin üstüne sürdü, 5 kişi ağır yaralandı. Bozkurtlar Türkiye’deki linç kampanyasının devamı olarak Avrupa çapında toplanıyorlar. Polis ise PKK terör listesinde bulunduğu ve Kürt aktivistler kriminalize edildikleri için olayları yalnızca izlemekle yetiniyor.

Birleşik Cephe acil bir görevdir

Erdoğan bonapartlaşma adına bugünki saldırılarganlığını daha ne kadar sürdürebilecek? Faşist paramiliter gruplar Erdoğan adına katliamlarını ne kadar daha sürdürecek? Şovenizm Türk ve Kürt işçilerinin ortak mücadelesinin önünde daha ne kadar engel teşkil edecek? Erdoğan işçi düşmanı iktidarını ne kadar daha koruyabilecek? Bu soruların günümüz koşullarında ancak tek bir cevabı olabilir : Eylem programı olan anti-faşist birleşik bir cephenin kurulması.

Erdoğan’ın neoliberal ve işçi düşmanı modeli gerileme ve çürüme sürecindedir. Güvenlik önlemleri, olağanüstü hal ve savaşla istikrar endişesi yaratıp, işçi sınıfına ve Kürtlere saldırmak mecburiyetinde bulunuyor. Bununla da Türk bujuvazisindeki ayrışmayı güçlü iktidarla ortadan kaldırıp, emperyalistlere bölgedeki en yararlı müttefik olduğunu kanıtlama peşinde. Bunun için de yeni seçimde tek başına iktidar olabilmek için yeterli sayıya ulaşamaması halinde kullanacağı tüm ihtimalleri açık bırakıyor : HDP’nin yargılanması hatta kapatılması veya seçimin olağanüstü halle veya topyekün bir savaşla ertelenmesi. Herşey radikal solun bu duruma nasıl bir cevap vereceğine bağlı.

Şuan gereken özsavunma organları sadece HDP’nin anlayışına göre savunma bloğu olarak organize edilemez. Belirleyici nokta bu organların işyerlerine, okullara, üniversitelere ve sendikalara taşınıp bir eylem programı etrafında birleşmeleridir. Özsavunma organları baskıya karşı kapitalist devlet aygıtına karşı mücadelede mevzilerin ele geçirilmesi ufkunda bir araca dönüşmelidir.

Birleşik Cephe, Erdoğan’a ve Türk burjuvazisine karşı direnişi örgütlemelidir. İşçilerin ve ezilenlerin tek çaresi; savaşa, faşist saldırılara ve aynı zamanda prekerleşmeye, işsizliğe, Erdoğan’ın antidemokratik politikasına, ırkçılığa, cinsiyetçi homo-transfobik saldırılara da karşı olacak bir ortak cephedir.

Prekerleşme özelleştirmeler ve neoliberal karşı-reformlarla işçi sınıfının tüm sektörlerine yayılmış durumda. Her yıl ortalama 1300 işçi ölmekte. Gençliğin bir gelecek umudu yok ve işsizlikten muzdarip. AKP hükümetinin güdmündeki polis geniş çaplı tutuklamalar yapıp, her türlü demokratik haklara saldırırıp, aktivistlere de işkence yapıp, hatta katlediyor. AKP’yi protesto eden öğrenciler tutuklanıyor ve üniversitelerden atılıyor. AKP üniversiteleri YÖK sayesinde kendi çıkarlarına göre tasarlıyor ve öğrencilerin isteklerine karşı kendi hizmetine geçecek şekilde keyfi rektörler atıyor. Sendikaların bir kısmı devlet bürokrasisine boyun eğerken, diğerleri baskı ve engellemelerle karşılaşıyor. Lakin sınıf işbirlikçi sendika bürokratları da tabanın radikalleşmesini engellemek ve uzlaşmacı olarak masadaki yerini kaptırmamak için var gücüyle çalışıyor. Kadınlar seksist AKP hükümetinin altında büyük saldırılara maruz kalıyorlar. Hükümet kadınları üretim süreçlerinden uzaklaştırmaya çalışıyor. Tecavüze ve şiddete maruz kalan kadınların sayısı gün geçtikçe artıyor. Kürtaj kriminalize edildi ve AKP sıralarından hergün seksist ve skandal boyutunda söylemler duyuluyor. LGBTI’ler günlük hayatlarında sürekli saldırılara uğruyor ve ölü sayısı artıyor. Çoğu topluma kabul edilmedikleri ve işyerlerinden uzaklaştırıldıkları için fuhuşa zorlanıyor. Kürt halkı her gün yeni trajedilere maruz kalıyor. Diğer etnik ve dini azınlıklar kışkırtılıp, kültürel enstitüleri ya yasaklanıyor ya da fiziksel olarak saldırıya uğruyorlar.

Erdoğan’ı seçimle iktidardan indirmenin bir ilüzyon olduğu artık su götürmez bir gerçek. İktidarını korumak için oyunun tüm kurallarını hiçe sayıyor. Bu yüzden Birleşik Cephe’nin kurulması gündemi oluşturuyor. Grev ve işgallerle kitleleri sokağa dökmek ve kurucu meclisler için Birleşik Cephe’nin temeli iş yerlerinde, sendikalarda, okullarda ve üniversitelerde atılmalıdır.

Bugün birçok Kürt ilinin kuşatılabilmesinin sebebi, Türk devletinin işgalci rolünde olmasıdır. Nasıl ki Erdoğan’ı tekrar müzakere masasına oturtmak mümkün değilse, Türk devletinin de orduyu ve polisi Kuzey Kürdistan’dan çekmek gibi bir planı yok, çünkü böyle bir durumda fiili kolonisini kaybedecek. Bu yüzden Birleşik Cephe aynı zamanda koşulsuz şartsız ulusların kendi kaderini tayin hakkı için mücadele etmelidir, bu ayrılma hakkı için de geçerlidir.

Bu Birleşik Cephe içinde devrimciler kapitalizm ve emperyalizm karşıtı bir eylem programı için mücadele etmelidirler. Özsavunma ve savaşa karşı mücadelenin yanında ezilen unsurların demokratik hakları, kapitalist savaş politikasının bitmesi, emperyalistlerin askeri karargahlarının ele geçirilmesi, dış borçların silinmesi, bankaların ve işletmelerin işçi kontrolünde kamulaştırılması, toprak reformu ve endüstrinin işçi ve köylüler tarafından sosyalist bir planla düzenlenmesi için mücadele edilmelidir. Emperyalistlerin bölgedeki iltica, yoksulluk ve savaşa sebebiyet veren yağma ve barbarlığına karşı Orta ve Yakın Doğu’nun Sosyalist Federasyonu perspektifi benimsenmelidir. Bu perspektif için savaşan bir devrimci parti ancak sınıf bağımsızlığını savunan bir Birleşik Cephe’nin sıralarından oluşabilir.

Irkçı hareketin Avrupa’ya uzanması tesadüf değildir. PKK yasağı ve Kürt aktivistlerinin kriminalize edilmesi Kürdistan’daki direnişi zayıflatmakta, Alman emperyalizminin bölgedeki varlığı savaş durumunu şiddetlendirmektedir. Türk devletine yapılan silah sevkiyatları Kürt halkına karşı kullanılmaktadır. Buradaki(Almanya’daki) görevimiz, ırkçı ve devletten gelen saldırılara karşı dayanışma kampanyaları düzenlemek, Alman emperyalizminin bölgeden çıkması ve PKK yasağının kalkması için eylemler düzenlemektir.

Mehr zum Thema