Avrupa’daki yabancı düşmanlığına karşı enternasyonal dayanışma

06.09.2015, Lesezeit 10 Min.
1

Son haftalarda ''mülteci krizi'' Avrupa'da derin bir sosyal ve siyasi krize dönüştü. Onbinlerce insanın Balkan ülkelerinden, Yunanistan'dan veya Akdeniz yoluyla Avrupa sınırlarını geçme çabalarını ve bu arada hayatını kaybeden binlerce kişiyi yansıtan fotoğraflar kapitalist barbarlığın vahametini gösteriyor. // RIO (Devrimci Enternasyonalist Örgüt, Almanya), NPA içindeki CCR (Devrimci Komünist Akım, Fransa) ve Sınıfa Karşı Sınıf (Clase Contra Clase, İspanya) tarafından 4 Eylül 2015 tarihinde yayınlanan bildiri.

Göçmenler ve mülteciler Suriye ve Afganistan’dan Türkiye, Yunanistan ve Balkan ülkeleri üzerinden Macaristan’a kadar “ölüm güzergahını“ kullanarak Avrupa’nın kuzeyine ulaşabilmek amacıyla yürüyorlar. Akdeniz’in kıyıları Sahra Altı Afrika’dan ve kıtanın diğer bölgelerinden yolculuğa başlayan binlerce göçmen için adeta bir mezarlığa dönüştü.

Türk kıyısında karada ölü halde cesedi duran küçük Kürt çocuğu Aylan’ın fotoğraflarının dünya çapında büyük öfke yaratmasının ardından, Avrupa hükümetleri yaşanan “insanlık krizi“ üzerine “demagojik bir şekilde “endişeli“ olduğunu belirtip, mültecilerin AB ülkeleri arasında paylaşılması için yeni planlar öneriyorlar. Onları en çok ilgilendiren ise kısıtlayıcı göç yasalarının şiddet dozunu daha fazla arttırmak. Böylelikle büyük mülteci ve göçmen akımını frenleyebilir ve sınır dışı edebilmenin daha rahat bir yolunu bulabilmek için sözümona insancıl kamplar kurabilecekler.

Sermayenin hakimiyetindeki Avrupa’nın önde gelen isimleri göçmenlerin paralarıyla zenginleşen “şebeke mafyalarını“ gözetim altında tutma önerisi getiriyorlar. Bunun arka planında yatan hakikat ise bu tür mafyatik oluşumlara yabancı düşmanlığı içeren göçmen politikaların bu alanı açıyor olmasıdır. 2015 yılının başından itibaren 320 binden fazla insan “kaçak“ yollarla Avrupa’ya göç etti. Sınır duvarları, tel örgüleri ve baskıcı yasalar göçmen akımını frenleyemiyor. Çünkü mülteci akımı savaş, fakirlik ve sosyal kriz sebepleriyle meydana geliyor. Bu baskıcı yasaların onbinlerce insanın durumunu daha da tehlikeli ve trajik hale getirmekten başka bir işlevi yok.

Mülteciler ile dayanışma hareketleri; Yabancı düşmanlığına ve emperyalist ikiyüzlülüğe karşı

Son aylarda Almanya’da yabancı düşmanlığı ve mültecilere uygulanan şiddet artıyor. Neredeyse günde bir saldırı meydana geliyor. Mülteci kamplarına saldırılar, kundaklamalar, sosyal ve siyasi örgütlere saldırılar ve ırkçı yürüyüşlerin sayısı epey arttı.

Bu arada dayanışma hareketlerinin, ırkçılığı ve yabancı düşmanlığı reddedenlerin ve emperyalist göçmen politikasını eleştirenlerin sayısı da artıyor. Dresden’de 10.000 ve Viyana’da 20.000 insan “Refugees Welcome“ (Mülteciler hoşgeldiniz) şiarı ile sokağa çıkıp, Avrupa hükümetleri tarafından önerilen politik tedbirleri sert bir şekilde eleştirdi. İspanya’nın Barcelona, Madrid ve bir çok başka şehirde aynı şiar ile eylemler düzenlendi. Almanya’da ve diğer ülkelerde vatandaşların bir kısmı her ne kadar hükümetler bu tür eylemleri desteklemese ve örgütlemese bile mültecilere ev, su, hijyenik ürünler, elbise ve yemek tedarik ederek, onlarla aktif bir şekide dayanışma gösteriyor.

Bu krizden dolayı Alman hükümeti “insancıl“ yüzünü göstermek için ırkçı eylemleri yargılıyor. Suriye’den gelen mülteciler için kısa bir süre için “Dublin yönetmeliği“ uygulanmadı. AB’nin “Dublin yönetmeliğine“ ilticacıların ilk kayıt oldukları ülkede başvuru yapmaları gerekiyor. Aynı zamanda hükümet başka ülkelerden gelen mültecilerin ve göçmenlerin koşullarını göçmen yasasını katılaştırarak ve yurt dışı edilmeyi hızlandırarak kötüleştiriyor. Bu politika göçmenleri ilticayı “hakeden“ ve “haketmeyenler“ olarak ayrıştıran bir söylev ile bütünleşiyor. Bu şekilde mültecilerin ve göçmenlerin çoğunluğu illegalleştiriliyor, hayatta kalmalarının koşullarını daha da kötüleştiriyor ve sömürüye hapsediyor.

Büyük Britanya’da Cameron hükümeti göçmen yasasını “illegal“ yollardan giriş yapan mültecilere hapis cezası içeren bir yasa ile reformlaştırma isteğinde. Danimarka’da parlamento birkaç gün önce mülteciler için yardımı azaltan yasayı yürürlüğe soktu. İspanya’da Rajoy hükümetinden bir bakan mültecileri “sızıntı yapan eve“ benzetti. Doğu Avrupa’da yeni yeni teller kuruluyor ve sınırlar daha fazla mültecinin girişini engellemek amacıyla daha da korunaklı hale getiriliyor. Macaristan’da mültecilere karşı ırkçı ve şiddet dolu baskı kampanyaları düzenleniyor.

Büyük Britanya’da UKIP, Fransa’da Ulusal Cephe, Almanya’da aşırı yabancı düşmanı hareketler, Danimarka Halk Partisi, Macaristan’da Jobbik, Yunanistan’da Altın Şafak, Polonya’da Hak ve Adalet Partisi ve Avusturya’daki FPÖ gibi yabancı düşmanı aşırı sağcı partilerin yükselişi bir çok ülkede sağa kayan kutuplaşmayı gösteriyor. Bu partiler yabancı düşmanı ve milliyetçi çizgilerini ileriye taşımak için krizden faydalanmayı amaçlıyorlar. Bunlar bir çok ülkedeki yüksek işsizliğin yarattığı korkuyu kullanarak, “yerli“ işçiler, uzun süredir o ülkede oturan göçmen nesiller ve Avrupa’ya çaresizce gelen yüzbinlerce yeni göçmenin arasındaki yarığı derinleştirme çabasındalar.

Yabancı düşmanlığı Avrupa’daki işçi sınıfını “yerli“ ve “yabancı“, göçmen ve mülteci olarak bölmek, onların gücünü azaltmak ve kuruluşlarını baltamak amacında. Bu arada işçi sınıfı son onyıllarda giderek daha fazla çok uluslu ve çok kültürlü bir sınıfa dönüştü. Sömürülenlerin ve ezilenlerin çektiği acıların esas sorumlusu olan kapitalizmin yargılanmasını engellemek için krizin “günah keçisini“ arıyorlar.

Antiemperyalist ve antikapitalist bir program

Gerici ve milliyetçi politikalar ve yabancı düşmanı söylevlere karşı ancak mültecilerin ve göçmenlerin haklarını savunan ve işçilerin ve kitlelerin bütün talepleri ile krize karşı birleştirebilen güçlü bir işçi ve kitle hareketi ile mücadele edilebilinir.

Mültecilerin ve göçmenlerin gerici göçmen yasalarının kaldırılması, kampların hemen kapatılması ve bütün sınırların mültecilere açılması gibi taleplerini savunan yaygın bir sosyal hareket gereklidir. Aynı zamanda bu hareketin acil durum planı oluşturarak mültecileri konut, eksiksiz sosyal ve siyasi hak ve uygun iş konusunda desteklemesi gerekmektedir.

Her defasında daha fazla insanı Almanya’da ve diğer ülkelerde mültecilerle buluşturan dayanışma alışılagelmişin dışında bir sinyal. Lakin mültecilerin korkunç koşulları salt “insanlık“ sorunu olarak algılanmamalı. Bu sorun en önce siyasi ve sınıfsal bir sorundur.

İşçi sınıfını “yerli“ ve göçmen olarak bölen ırkçılık ve yabancı düşmanlığı göçmenlerin ve önce mültecilerin maddi yaşam koşullarını kötüleştirmek için de kullanılıyor. “Evraksızlar, kağıtsızlar“ olarak güvencesiz durumları onları illegalleştirilmiş işe ve en aşağılayıcı çalışma koşullarına hapsediyor. Avrupalı kapitalistler böylelikle işçi sınıfının diğer kesimlerinin çalışma koşullarını kötüleştirmek ile tehdit ediyorlar, nitekim mülteciler işçi sınıfının büününün çalışma koşullarını daha da güvencesiz hale getirmek için “yedek ordu“ olarak kullanılıyorlar.

Bu yüzden sendikalar ve işçi örgütleri mültecilerin ve göçmenlerin mücadelesine katılmak, onların taleplerini kendi programlarına almak ve onları kendi saflarında örgütlemek mecburiyetindeler. Güncel “mülteci krizinden“ dolayı acil önlemler talep edilmeli ve işçi hareketi seferber edilmelidir. Buna rağmen sendika bürokratlarının mültecilerin örgütlenmesinde ve birlikte mücadelede en ufak bir isteği ve çıkarı yok. Sendikalar ve işçi örgütlenmeleri içinde epey fazla ırkçılık bulunuyor. Bu yüzden sendikalar içinde mültecilerin ve göçmenlerin mücadelesiyle dayanışma içinde olan bir mücadeleci akım kurmak gerekmektedir. Bu akım sendikalardaki ırkçılığa karşı mücadele etmek için bir mücadele planı oluşturmalı ve mültecilerin bütün taleplerini üstlenen ve onları güvencesiz çalışma koşullarına karşı, kitsel işsizliğe karşı, maaş arttırımı için, sağlıkta ve eğitimde acil önlemlere karşı mücadelede bütünleştirmelidir.

Almanya’daki gibi neonazilerin şiddetli saldırılarına karşı salt mülteciler ve göçmenler ile geniş sınıf dayanışması örgütlemek yetmiyor. Artan ırkçı saldırılara ve devlet baskılarına karşı mültecilerin güvenliğini sağlayan hayati önem sarfeden öz savunma komitelerinin kurulması gerekmektedir.

Bir çok Avrupa ülkesinin yaşadığı kapitalist kriz sebebiyle bu talepler kemer sıkmacı hükümetler, Troyka ve işsizliğe karşı mücadeleden ayrı tutulamaz. Bunlara karşı işin işçiler ile işsizler arasında yaşam maliyetini karşılayabilmek için adil maaş ve devlet bütçesinin sosyal yardımlar için attırılması gibi talepler getirilmelidir. Bunun için borçlu ülkelerin borçlarının silinmesi ve bankaların ve merkezi ekonomik sektörlerin işçi denetimi altında kamulaştırılması esastır.

“Mülteci krizi“ burjuvazinin işçi sınıfını “illegal“ ya da “legal“, göçmen ya da “yerli“, güvencesiz ya da “tam zamlı çalışan“ diye bölen ve onların hayat şartlarını mahveden sınıf çıkarlarının dışa vurumudur. Bu kriz bölgelerdeki yıllardan süre gelen ve yüzbinlerce insanın kaçmasına sebep olan emperyalist politikaların bir sonucu olarak büyük oranda sosyal afete dönüşmüştür.

Bu yüzden askeri müdahalelere ve kapitalist merkezin ülkelerinin silah ticaretine karşı duran ve işçilerin empyeryalizme ve çevre ülkelerdeki barbarlığa karşı antikapitalist bir cevabı olan bir antiemperyalist bir program oluşturulmalıdır.

Yabancı düşmanlığının artışına ve Avrupa hükümetlerinin bütün gerici politikalarına karşı mültecilerin ve göçmenlerin bütün hakları için yürütülen mücadelesinin bütün işçi sınıfının mücadelesini kapitalizme karşı birleştiren bir perspektif gereklidir. Çünkü sermayenin egemenliğindeki Avrupa’ya karşı durmadan, antikapitalist program olmadan ve işçilerin hakimiyetindeki Avrupa perspektifinde işçi hükümetleri için mücadele etmeden bu güncel krizden ilerici bir çıkış yoktur.

Mehr zum Thema